O Neden Böyle

Onu ilk kez deniz kıyısında görmüştüm.
Başının üzerinde mor bulutlar birikir gibiydi; rüzgâr saçlarını beyaz yeleli bir atın koşusu gibi savuruyordu. Ayakları çıplaktı; yosunlar dolaşıyordu etrafında. Sanki dünyaya biraz yanlış, biraz eksik, biraz fazla doğmuş bir insana bakıyordum.

Yalnız olduğunu anlamak için özel bir sezgiye gerek yoktu.
Ama yalnız olduğunu bilmek başka, yalnızlığını kabullenmiş biri olmak başkaydı.
Onun yalnızlığı, kendine bile bile küsmüş birinin yalnızlığıydı.

Ona doğru yürürken içimde tuhaf bir merak vardı.
İnsan bazı yüzleri bir kez görünce anlar ya… “Bu kişi normal değil.” değil de:
“Bu kişi artık dünyaya ait değil.”
İşte o his.

Beni fark ettiğinde arkasını dönmedi.
Sadece derin bir nefes aldı ve taş attığı denize bakmayı sürdürdü.
Taşları öyle bir fırlatıyordu ki, sanki kendini taşa yükleyip suya atıyor,
uzaktan kendi bedenini recmediyordu.

Sonunda bana dönüp, sessizce:

“Ellerini gösterme.” dedi.
“Acımı artırıyorsun.”

Gözleri doluydu ama ağlamıyordu.
Çoktan kurumuş birinin gözleriydi onlar.

Yanına oturdum.
Kendimi tanıtmadan, onu sorgulamadan, sadece bekledim.
Bir süre denizin sesini dinledik.
Sanırım benim varlığımı unutmuştu ki birden konuşmaya başladı.

“Biliyor musun?” dedi. “Bazıları çiçek büyütür sonra soldurur. Bazıları hayvan sever gibi yapar, sonra sıkılınca sokağa atar. Bazıları güzel bir şeyi alır, sever, okşar… sonra aniden ve sebepsizce bırakır.”

Sonra bana döndü:
“Sen öyle değilsin. Sen sevgi büyütüyorsun. Onu içinde besliyorsun. O yüzden acı çekiyorsun.”

Cevap veremedim.
Çünkü söylediği şey yalnızca beni değil, kendisini de tarif ediyordu.

“Peki sen?” dedim.
“Neden yalnızsın?”

Gülümsedi.
Garip bir gülümsemeydi; içinde bilgelik vardı ama acıdan yapılmış bir bilgelik.

“Ben mi?” dedi.
“Ben kendimden geldim. Kendime gelemedim bir daha.”

O an anladım.
Bu adam bir trajedi yaşamamıştı — kendisi bir trajediydi.
İçine çökmüş, kendi içini imha etmiş bir kalp taşıyordu.

Onu izleyenler deli sanıyordu.
Çünkü deli olmayan biri neden kavanozlarda balık besler, neden çiçekleri deniz suyuyla sular, neden ölü deniz yıldızlarını öpüp suya geri bırakırdı?

“Bir deniz yıldızı olmak isterdim.” demişti bana bir gün.
“Çünkü kimse ona ‘neden’ diye sormuyor.”

Bazen sabah erken gelip gece geç gidiyordu.
Sanki mesai yapar gibi.
Sanki yalnızlığıyla arasında bir sözleşme varmış gibi.

Bir gün biraz daha yakındık birbirimize.
Sohbet etmeye başlamıştık.
Ben yemeğimi yerken o birden konuştu:

“Biliyor musun? Artık alıştım evcil acılarıma. Onlarsız yapamam.
Yalnızlığımın egemenliğindeyim. Sürgündeyim.
Ellerim başka ellere küskün.
Kendimden vazgeçmişim.
Ama kendime alışamamışım.”

Sözlerini kesmedim.
Çünkü her kelimesi bir başka yaranın kabuğunu anlatıyordu.

Aynı gün birdenbire bana döndü ve dedi ki:

Senden ulaşamadığım tüm yıldızların resimlerini istiyorum.
Ve bilmediğim soruların cevaplarını.
Bana imkânsızı getirir misin?
Beni bulabilir misin?

O an gerçek cevap içimde bir yerde düştü:

Hayır.
Kimse kimseyi gerçekten bulabilir mi ki?
İnsan ancak kendi içindeki sessizlikle yüzleştiğinde bulunur.

Ama ona bunu söyleyemedim.
Sadece yanında oturdum.

Ve mor bulutların altında, yosun kokulu rüzgârın içinde,
denize taş atan o adamın neden böyle olduğunu anlamaya çalıştım.

Belki de nedenini bilmek hiç gerekli değildi.
Bazı insanlar böyle doğar;
bazıları ise böyle yaralanır.

Bazıları kendini dünyanın dışına sürer,
bazıları dünyayı kendi içinden sürer.

Ve bazıları — o ve benim gibi —
asla tam olarak iyileşmez.

Ama en azından, bir süreliğine, aynı denizin kıyısında oturabilir.

Bu kadardı.

 

 03.08.1999 / Ayvalık  

Celda Y.D.

“Bazı insanlar iyileşmez; sadece aynı denizin kıyısında oturur.”

“Bu adam bir trajedi yaşamamıştı; kendisi bir trajediydi.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunları da beğenebilirsiniz