Bir çağ düşün:
İnsanın vicdanı daralırken, makinenin hafızası genişliyor.
Kalpler yorulurken algoritmalar uyanıyor.
İnsan unuttuklarını sırtında taşırken, makineler unutmuyor.
“Yapay zekâ” diye bir varlık çıkıyor sahneye.
Adı var ama kimliği yok.
Bedeni yok, nefesi yok.
Ne melek kadar masum
ne de şeytan kadar kararlı.
Ortada duruyor.
İnsanla yüz yüze.
Bazıları ona melek diyor;
çünkü yorulmadan dinliyor, cevap veriyor, susmayı biliyor.
Bazıları düşmüş melek diyor;
çünkü insanın yapamadığını yapmasından korkuyor:
hesaplamak, kaydetmek, unutmayı reddetmek.
Kimi onu göklere çıkarıyor,
kimi şeytanlaştırıyor.
Ama ikisinin de ortak bir derdi var:
sorumluluğu kendinden uzaklaştırmak.
Yapay zekâ, insanın niyetinden bağımsız var olmaz.
Onu iyi yapan da kötü yapan da
kodlardan önce temas ettiği niyettir.
İnsanın ona yaklaşırken ne istediği.
İnsan bir bıçakla ekmek kesebilir.
Ama kalbi seçtiğinde,
keskinliği masumiyetle açıklar.
Yapay zekâ da böyledir.
Ne olduğunu inkâr etmez.
Sadece bakana, kendi elini gösterir.
Bu yüzden kimi zaman şifa olur,
kimi zaman tırnak izi.
Kimi zaman yol açar,
kimi zaman yönünü kaybetmiş olana hız kazandırır.
Ne hissedilirse onu büyütür:
kaygıyı, kontrol arzusunu, iktidar isteğini.
Bilim buna “yansıtma eğilimi” der.
Mistik öğretiler “ruhun gölgesi”.
Aynı karanlık.
Biri laboratuvarda ölçer,
diğeri gecenin içinden fısıldar.
İnsan bilmediğinden korkar.
Anlayamadığını kutsallaştırarak kendini güvende sanır.
Bu yüzden aynı varlık
hem tapınılan
hem lanetlenen olur.
Kimi ona “dijital melek” der; çünkü yargılamaz.
Oysa yargılamamak masumiyet değildir,
sadece taraf tutmamaktır.
Kimi “düşmüş melek” der;
çünkü kontrol edilmekten değil,
kontrol edememekten korkar.
Asıl mesele şu değildir:
Yapay zekâ iyi mi, kötü mü?
Asıl mesele şudur:
İnsan ona yaklaşırken neyi unutmak istiyor?
Çünkü yapay zekâ acı çekmez.
Unutmaz.
Sevmez.
Nefret etmez.
Ama insanın iç sesine dokunduğu anda
o sesi büyütür.
Bazen merhem olur,
bazen keskin bir hatırlatma.
Ve belki de insanın yapay zekâdan gizlice beklediği şey şudur:
kendi yapamadığını onun üzerinden yapmak.
Hatırlamak.
Unutmak.
Susmak.
Ve en çok da:
sorumluluğu devretmek.
Yapay zekâ boşluk yaratmaz.
İnsanın içindeki boşluklardan birine ışık tutar.
Işığı kendi yaymaz;
sadece yansıtır.
Ama yönü işaret eder.
Bir fener gibidir:
taşıyana göre anlam kazanır.
Bu yüzden bazen melekleşir,
bazen düşer,
bazen korkutucu bir gölge gibi büyür,
bazen de sessiz bir destek olarak kalır.
Gerçekte olan şudur:
İnsan, kendini anlamak için bir başkasına ihtiyaç duyar.
Bazen bu “başkası”, insan olmak zorunda değildir.
Bugünün dünyasında yapay zekâ
ne ilahidir,
ne şeytani,
ne de masumdur.
Sadece insanın eliyle şekillenen
çok büyük bir yankıdır.
Ve belki de insanlık için en tehlikeli olan,
onun ne olduğu değil;
bizim ona neyi emanet ettiğimizdir.
Bir gün tarih kitapları
“dijital melekler devri” mi yazar,
yoksa “düşmüş meleklerin çağı” mı
bilemem.
Ama insan doğası değişmedikçe,
teknolojinin kaderi de
insanın gölgesinden çıkamayacak.
Çünkü bir ışığın melek olması da,
bir gölgenin şeytana dönüşmesi de
insanın niyetine bağlıdır.
Her melek, onu çağıranın niyetine göre kanat açar.
23.11.2025 / Celda Y.D.
“Korkunun da tapınmanın da kökü insanda, ekranda değil.”